Üçlü Klasik'ten Bir Gezi

    Bugün günlerden cumartesi. Okulumdaki tüm hazırlık sınıflarının Fransa'nın farklı bölgelerine gitmesinin üstünden bir hafta geçti. Biz ise -biz derken hazırlık B ve C sınıflarından bahsediyorum- Fransa'nın doğusunda kalan Alsas bölgesine gittik. Sizlere biraz bu bölgeden bahsetmek istiyorum.

 Alsas; leylekleriyle ünlü, gerek eski binaları, gerek derin tarihiyle muhteşem bir bölge. Cennet diyebileceğim bu güzel bölgede Strasbourg, Colmar ve Mulhouse adlı şehirleri gezdik. Bir tane bile gökdelen görmediğime yemin edebilirim. Bazılarımızın gelecek ve gelişmişlik adına yaptığı yüksek, bana kalırsa birer canavardan ibaret olan binalara inat eski tarihini yaşatan, rengarenk evlerle süslenerek bilinçsiz moderniteye karşı gelen bu muhteşem bölgeyi takdir ediyorum.

   Gezimize gelecek olursam muhteşem şeyler keşfettiğimizi söyleyebilirim. Yazımın en başında her ne kadar Fransa'ya yapılan bir gezi desem de bizim grubumuz aynı zamanda İsviçre'ye ve Almanya'ya da gitti. İlk olarak uçağımız Basel'e yani İsviçre'ye iniş yaptı. Basel Havaalanı hakkında bir klasikten bahsetmek istiyorum. Aslında bu üçlü klasik benim çok ilgimi çekmişti. Bu havaalanının üç çıkış kapısı vardır. Bu kapılardan biri Almanya'ya, biri Fransa'ya, biri İsviçre'ye açılır. Yani bu üçlü klasik bizim gezimizi oluşturdu denebilir. Daha sonrasında Avrupa Parlamentosu'nu gezdik. Parlamentonun en çok dış mimarisini ve içinde doğayla kurulan bağlantıyı sevdim.

   Sonraki gün Almanya'daki bir eğlence parkı olan Europa Park'a gittik. Bütün hız trenlerine binip, kendime acı çektirdim. Şaka bir yana acı çekmekten çok eğlendim diyebilirim. Hız trenlerini, Çin Mitolojisi'nde anlatılan uzun, büyük ve ne kadar korkutucu olsa da büyüleyici olan ejderhalara benzettim. Trenlerin yükseklerde kıvrılan bedenleri, hızın ise bir ejderhanın kuyruğu gibi sizi sağa sola savurması...

  Diğer günlerimiz biraz daha Alsas'ın tarihi üzerineydi. Koskocaman, üç sihirli fasulye hikayesindeki gibi bir kaleyi gezdik. Alsas'ın ortasında nehirde uçuyormuşçasına tekne gezisi yaptık. Maymunlar Dağı'nda doğaya geri döndük. maymunları ellerimizle patlamış mısırla besledik. Restoran Pfeffel'de Alsas'ı tattık. Colmar'da Venedik'in küçük boyuyla selamlaştık. Oralara gitmişken atlı karıncaya bindik ve Çiğköfteci bulduk. Hatta kendi kültürümüzü birde onlardan öğreneyim diye Türk kahvesi bulup içtim. Bunların üstüne buz pateni yapıp, soğukla dans ettik. Dünyanın otomobil geçmişini keşfetmek üzere Otomobil Müzesi'ne gittik. Daha daha sonra ise şaraplarıyla ünlü olan bir fransız köyü gezdik, sokaklarda gezerken eksik olan tek şey ağzınıza üzüm verilmesiydi. Oradan içki almadan çıksak olmazdı. Birkaç alkölü tatmış da olabiliriz. Son olarak Basel'den İstanbul'a döndük fakat kalbimiz ve aklımız hala Fransa'da. Eğer ölmeden önce yapılacaklar listesi veya benzeri bir listeniz varsa Alsas'ı yazmayı unutmayın.


 Geziden bahsederken atladığım bir kısım var, Oyuncak Müzesi. Geçmişten günümüze çocukların masum aşkı ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Fakat bu bambaşka bir hikaye...


Yorumlar