Dolap Direksiyonları ve Katlanılabilir Kütüphane


   Bugün günlerden salı. Yine başka bir kütüphaneyle karşınızdayım. Gittikçe ilhamımı geri kazandığımı düşünüyorum. Yeni başladığımdan beri araya biraz zaman girdi fakat eğer isteksiz yazarsam yazdıklarımı beğenmeyeceğimi biliyorum. İstekli olduğum anlardan birini yakalamışken Fransız Sarayı Kütüphanesini ele alabilirim diye düşündüm.

    Öncelikle derslere girmediğimiz için şanslıydık. Türkçe projemizi yöneten hocalarımızla okulun girişinde buluşup hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk. Bildiğiniz üzere İstanbul trafiği ilgisini bizden esirgemedi. Güneşle birlikte uyandığım için kafamı cama koya  koymaz uyuyakaldım. Arkadaşlarım da benden farksız değildi. Servisin sert freniyle sıçrayarak uyanmasam kim bilir kaçıncı rüyamı görüyor olurdum. Aceleyle servisten indik ve dar bir sokağın başında durduk. Bütün yol boyunca rüyalarda gezip uykuyla dostluğumu pekiştirdiğim için tam olarak nerede olduğumuzu bilmiyordum. Yeni uyanmışlığın verdiği mayışma da olunca hocalarımın ne dediğini zar zor duyduğumu fark ettim. Tek yaptığım şey sürü psikolojisiyle arkadaşlarımı takip etmekti. Dar sokaktan aşağı doğru ilerledikçe ben de ayılıyordum. Yürüdüğümüz yol üç dakika bile sürmedi fakat benim gerçek anlamda uyanıp kendime gelmeme yetmişti. Sonunda Fransız Sarayı'nın kapılarına gelmiştik. Beklentim büyük, şatafatlı, iki tarafa açılan kapılar üzerineydi fakat tek gördüğüm uzun ve geceyi andıran siyahlıktaki sürgülü kapıydı. Kapıdan sonra ilk ilgimi çeken duvarda asılı olan sekizgen simgeydi. Bana kalırsa karanlığa bürünmüş kapının yanında beklentimi karşılayacak kadar şatafatlıydı. İçeri girmek için biraz bekledik. Koskoca Fransız Sarayı'na girmek o kadar kolay olmasa gerek. Güvenlik gereği hepimiz teker teker geçirdiler ve içeride de arkadan gelenleri bekledik. Her ne kadar sarayın fotoğrafını seçmek yasak olsa da kendimi tutamadım.

      Karşımızda gördüğümüz sonbahar ile harmanlanmış, palmiye ağaçları arasında güneş ışığında dinlenen eski bir binaydı. Bu eski bina beni eski yıllarda yaşamış Fransızlara götürdü. Uzun elbiselerinin koskocaman olan kuyruklarını toplamış siyah ve parlak olan at arabalarına binen genç ve güzel hanımlar; o geceki kavalyelerine veda ederek Paris sokaklarına atılıyorlardı. Eski bir binadan buraya nasıl geldiğimi sormayın, çünkü inanın ben de bilmiyorum. Bu düşünceyi servisteki uykumdan arta kalan düşlere yoruyorum. 


  Sonrasında yerlerdeki küçüklü büyüklü
taşları ve kütüphaneci Ümit Sevgi Hanımı takip ederek bir yokuş çıktık. Kütüphane sarayın karşı çaprazında fakat daha yüksekte yer alıyordu. Kütüphaneye ilk girdiğimizde girişte toplandık ve Sevgi Hanımdan birkaç bilgi edindik. Öğrendiğimiz kadarıyla bu kütüphanenin Fransız Konsolosluğundaki kütüphaneden farkı, bu kütüphanedeki belgelerin Anadolu'yu baz alması. Konsoloslukta ise Fransız tarihini anlatan belgeler bulunmakta. Halka açık bir kütüphane olmakla beraber harita koleksiyonu bulunuyor. Ayrıca kendi yayınlarını da basıyorlarmış. Bu bilgilerin hemen sonrasında harita odasını gezip koleksiyonu keşfettik. Kitaplar büyük bir salondan çok oda ve koridorlarda bulunuyordu. Bu nedenle büyük kütüphanelerin verdiği soğukluk yerine kendinizi evinizde gibi hissediyordunuz. Arkadaşlarımla sıra halinde Sevgi Hanımı takip ediyor, aynı zamanda kitapları inceliyorduk. Biraz ilerledikten sonra benim katlanılabilir kütüphane diye nitelendirdiğim geçmişteki büyük bilgisayarları andıran dolapların yanına geldik. Asıl ilgimi çeken ise bu dolapları direksiyonlarla hareket ettirebiliyordunuz. Kitaba ihtiyacınız olmadığı sürece kitabın bulunduğu rafları kapatıp kütüphaneyi küçültür, gerektiğinde ise direksiyonu sağa ya da sola çevirmekle istediğinize ulaşabilirsiniz. Farklı bir açıdan bakarsak bu direksiyonları internetle de bağdaştırabiliriz. İnternet için tek tıkla istediğinize ulaşın  denir. Bunu neden direksiyonlar için kullanmayalım ki? Tek çevirişle ihtiyacınız olana ulaşın diyebiliriz mesela. Ayrıca evimde de eşyalarımı bu şekilde düzenli tutabileceğim direksiyonlu dolaplar olsa fena olmazdı. Bu kadar ilgili olmamın sebebi ise dolap direksiyonlarının ve katlanılabilir kütüphanenin günlük yaşantımda gördüğüm ayrıntılardan olmamasıdır.














     Sevgi Hanımı takip ettiğimizden bahsetmiştim, hatta bazı arkadaşlarım ses kaydı bile alıyordu. Ancak dolap direksiyonlarına takılınca geride kaldığımı fark ettim. Çok da üzülmem gerekmedi çünkü Sevgi Hanım anlatacaklarını bitirmiş ve arkadaşlarım da kütüphaneye dağılmış istedikleri gibi geziyorlardı. Ben de biraz dolaşmayı ihmal etmedim. Eski fransızca kitapları ve dizilişlerini, renklerinin tonlarını, numaralarını, hatta ve hatta raflardaki tozları bile inceledim. Sayfaları karıştırırken o kokuyu içime çekmeyi de unutmadım. Turumun ardından kütüphanenin bahçesine çıkıp biraz hava aldım. Sadece sarayın değil, kütüphanenin ve çevredeki binaların da en az saray kadar eski olduğunu fark ettim. Eski günlerdeki gibi yere düşen, masum hayaller kadar toz pembe olan gül yapraklarını patlattım. Özellikle kendiliğinden yere düşen yapraklar olduğunu belirtmek isterim. Hocalarımız da işini bitince nasıl geldiysek aynı yolu izleyerek dışarıya çıktık. Eğer yolunuz düşer de Fransız Sarayı'nın önünden geçerseniz kütüphaneye bir göz atmanızı tavsiye ederim. Benim için dolap direksiyonlarına ve katlanılabilir kütüphaneye selam söylemeyi de unutmayın.




















Yorumlar